Öykülerim

CEHENNEM ZEBANİSİ


Merhaba. Size kısaca kendimi tanıtmak istiyorum. Eminim hakkımda bilmek isteyeceğiniz çok şey vardır. Zaten şimdi söyleyeceklerim de, sizlerin cevap bekleyen soru işaretlerinize, bir nebze de olsa ışık tutmaya yetecektir umarım. Uzatmayayım; ben bir zebaniyim. Cehennem zebanisi. –Zaten daha cennet zebanisi kadrosu açılmadı- Daha doğrusu cehennemde zebani olarak çalışıyorum. İşim ne çok zor ; ne de çok kolay. Belli bir görev tanımımız var. En başta, günah kotasını aşıp da, cehenneme düşmüş insanları disipline etmek. Sonra yine mevcut kadronun cehenneme uyumu konusunda, oryantasyon çalışması yapmak. Doğrusu ilk başlarda bu işe alışamayacağım sanmıştım; fakat sonra sonra hem kabulleniyorsunuz; hem de yavaş yavaş işinizi sevmeye başlıyorsunuz. Tıpkı yeryüzünde çalışan bir gardiyan gibi, birçok yaşam öyküsüne tanık oluyorsunuz...
Benim öyküm mü ? Boş verin... Boş vermeyin aslında. Hazır fırsatını bulmuşken kısaca değinebilirim de. Yeryüzünde Bin dokuz kırk iki yılında doğmuşum. Uzun yıllar gazetecilik yaptım. Hiç evlenmedim. Yaşamımdaki trajik milat, alkolle tanışmamla başlar. Zaten bir çok hikaye benzerdir işte bilirsiniz. Alkol, pavyonlar, kadınlar... Sonrası yine malum. Müdavimi olduğum pavyondan bir kadına aşık oldum. Onun için arabamı, evimi, kısaca neyim var neyim yok sattım. Paralarım suyunu çekince kadın beni terk etti. Ben de bu durumu gururuma yediremeyip sevdiğim kadının başına tam yedi el sıktım. Evet resmen bir cinnet durumuydu işte. O şartlarda bir cinnet anında çoğunlukla, karşı tarafı öldüren, bir kurşun da kendi şakaklarına sıkıyor. Ki ben de çoğunluğa uydum. Fanilikten istifa...

Sonra bir süre arafta bekledim. Evet evet. Hani şu hepinizin sıklıkla duyduğunuz sözcüğün anlamını, galiba ben bir çoğunuzdan daha iyi biliyorum. Ama tam kutsal kitaplarda söylendiği gibi değil. Yani cennetle cehenneme eşit mesafede bir tepe ve civarı değil. Daha doğrusu tepeye benzer bir şey yoktu arafta. Yayla gibi bir yer. Belki milyonlarca insan aynı alanda. Bir çeşit bekleme salonu diyebiliriz. Orada beklediğiniz süre içinde, hakkınızda yaşam tahkikatı yapıyorlar. Pek tabii herkes endişeli, ürkek, korku ve belirsizlik içinde. Herkes sürekli nereye gidebileceği hakkında yorumlar yapıyor birbirlerine. Ancak sadece cennet ya da cehennem alternatifi yok tabii, gidilecek yerler arasında. Cennet ya da cehennemde benim gibi memur olma ihtimaliniz de var. Genelde benim gibi, yeryüzünde iyi biri mi, kötü biri mi olduklarına karar veremedikleri insanları zebani kadrosundan işe alıyorlar. Pisi pisi pisine ölenler; yani Niyazi lakaplı insanlar arafta, yaşam tahkikatı araştırma bürosunda memur olarak çalışıyor. Hoş ve güzel kadınlar da huri olarak çalıştırılıyorlar. Doğrusunu isterseniz cennete alınma oranı özellikle son yıllarda bayağı düştü diyebilirim. Bu durumun sebeplerini aşağı yukarı siz de benim kadar bilirsiniz sanırım.

Araf böyle bir yer... Peki cehennem mi ? Nasıl anlatsam? Yani kutsal kitaplarda söylenenlerle benzerlikler var evet... Ama bire bir değil. Gelip görmeniz lazım... - Son cümlem latifeydi. –

Ateş... Evet ateşler var. Ama daha çok cehennem görüntüsünü daha iyi verebilmek amacıyla dekor olarak kullanılmış. Yani insanlar öyle ateşte cayır cayır filan yanmıyor. Buradaki en büyük sorun; aslında burayı cehennem yapan en büyük etken demeliyim; ayda sadece bir gün kadınlar ve erkekler bir araya gelebiliyor. Bildiğiniz haremlik selamlık bir ortam işte. Dediğim gibi burayı çekilmez, dayanılmaz kılan en büyük unsur bu. Yoksa ateşmiş, kaynar sularmış yok böyle bir şey. 
Zebani görüntüme bile iyice alıştım diyebilirim. o kızıl renkli, sivri boynuzlarımı bile kanıksadım. Aslında burada başıma gelen ve sizlere anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki, örneğin burada cehenneme düşmüş bir kadına deliler gibi aşığım. Sırf onu her gün görebilmek için 'B' kapısında nöbet tutuyorum. Umarım bir gün...
- Kestik! Stop!!! Stop!! Bugünlük bu kadar çekim yeter arkadaşlar. Yarın devam edelim.

- Evet ben de konsantrasyonumu kaybetmeye başlamıştım yavaş yavaş...

- Ama gayet iyisin. Eğer cehenneme düşersen hiç zorlanmayacaksın anlaşılan...

- Ben zaten cehennemden afla çıkartılmıştım yeryüzüne...

- Bırak şakayı da , yarın çekimlere tam zamanında gel... Hey! Senin alnındaki o izler de ne... 

Oktay Coşar 




ATLA



Atlama!
Atlama!
Atlama!

Dur!
Dur, atlama!
Farkındasın değil mi her şeye ama her şeye son vereceğinin? Farkında mısın? Farkında mısın değil misin ? Yani sen şimdi sevmiyor musun yaşamı ? Yaşamını ? Yani sen şimdi sevmiyor musun kendini, bizleri ? Seviyor musun sevmiyor musun ? Yani Hamletin o meşhur sözü işte : 'olmak ya da olmamak' Sen olmamak mı diyorsun ? Olmamak mı diyorsun den ? Dikkat et ayağın kayacak! Bir adım geri gel! Tamam atlayacaksan yine atla ama en azından bir süreliğine bir adım geri gel! Ne olur! Bir kere olsun sözümü dinle! Atlama! Atlama!

Hatırlıyor musun daha geçen gün ne güzel gülüşüyorduk seninle. Güzel güzel kahkahalar atıyorduk! Hatta sen kahkahalar atıyordun, ben de attıklarını tutuyordum!... Off... Kabul berbat bir espriydi. Bak ne kadar basit bir eylem içinde olduğunun farkında olmalısın mutlaka. Atlayarak sadece üçüncü sayfa haberlerine çıkacağının farkındasın değil mi?
'B.C atladı! Aşağıya atladı!' bu kadar! '
Yaşamak istemeyen B.C geride kahrolası bir not bile bırakmayarak aşağı atladı!', sadece bu kadar.
Sonrasında en fazla birkaç okurdan, 'vah vah, pek de gençmiş!' bu kadar!
Ya seni ne bekliyor sonrasında ? Bunu bile bilmiyoruz. Daha reenkarnasyonun bile ne demek olduğunu bilmiyorsun. Dur bakalım yeniden yaşam olduğu kesinleşsin o zaman birlikte bile atlarız. Ama şimdi atlama! Ne olur atlama! Atlama!

Bak şu an oldukça çaresizim. Hımm.. Nasıl betimlemeliyim ? Çöl ortasındaki bir kaktüs kadar çaresizim. Yok o bile çaresiz değil sanırım. Önüne barikat kurulmuş bir ırmak kader çaresizim. Yok o bile çaresiz değil sanırım. Neyse anla işte çaresizim. İlle de örnekleme yapmak zorunda değilim. Değilim tamam mı! Değilim işte ! Sana değilim dedim. Çaresizim ve sinirliyim tamam mı! İşte beni sinirlendirdin yine! Ve bunu hep yapıyorsun! En çaresiz zamanlarımda durumuma kayıtsız kalıyorsun! Asla ruhuma yardımcı olmuyorsun! Yeter artık! Yeter ! Senin bu vurdum duymaz; senin bu gamsız; senin bu duyarsız tavırların beni deli ediyor! Atla! İstediğin kadar atla! Hatta atla çık yukarı tekrar atla! Doya doya atla! Kana kana atla!.. Hayır!!!! Hayır atlamaaa!!!!

Bak üzgünüm atla demek istemedim! Ne olur gerginliğime, buhranıma ver. Bağışla beni. Ne bileyim seni orada, oracıkta görüp de, kaybedeceğimi düşünmek psikolojimi bozdu. Biliyorsun geçen hafta da ben senin yerindeydim ve sen beni ikna etmeye çalışıyordun. Ve ben seni fazla yormadan ikna olmuştum. Ama ya sen! Sen beni saatlerdir burada bostan korkuluğu gibi tutuyorsun! Ve bu durum da pek tabii senin bir o kadar bencil olduğunu gösterir! Seni bencil seni! Seni kibirli seni! Senden de farklı bir tavır beklenmezdi zaten! Zaten ben de baştan beri ironi yapıyordum. Sen de zaten sadece kupkuru, bomboş bri ironiyi hak ediyorsun! Atlamayı da hak ediyorsun! Benden daha çok hak ediyorsun! Atla! Atla işte! Atla da öbür taraftan bana e-posta gönder. Atlarsan atla! Çok da umurumdaydı!... Hayırr!!! Atlama! Atlama ne olur! Bak kafam yerinde değil tamam mı ? Ne dediğimi bilmiyorum! İnan çok özür dilerim! Atla demek istemedim! Lütfen! Lütfen atlama, lütfen!

Şey... Anımsıyor musun? Geçen yaz... Seninle kampa gitmiştik. Sen orada durmadan yazıyordun. Korkuların üstüne denemeler yazıyordun. Ve şehre döneceğimiz gün bana aynen şöyle demiştin : 'korkularım artık benden biri oldu.' Bu iyi bir şeydi sanırım senin için. Senin adına öyle sevinmiştim ki. Bak şimdi o anı hatırla. Korkularını yendiğini, ruhuna yedirdiğini hatırla. Bu bile mutlu olman için; ayağını bir adım geri atman için bir sebep. Şey.. sonrasında da şöyle demiştin : 'keşke sen de korkularınla yüzleşebilsen.' Hım... Şimdi şimdi anlıyorum ne demek istediğiniz? Sen... Sen bana apaçık korkak demişsin. Bak sen... Yine yapmışsın yapacağını. Yaptıklarından kendine pay biçip yine beni suçlamışsın. Sen... Sen gerçekten benmerkezcisin. Merkezinin tam ortasındasın ve körsün. Benim sana iyiliklerimi göremeyecek kadar kör ve adaletsizsin! Yazıklar olsun sana. Ben ne uğraşıyorum ki buracıkta senin için. Atla! Atla hadi! Bu dünyada atmalayı en çok sen hak ediyorsun! Atla da kurtulayım senden! Atla hadi. Tek yapman gereken gözlerini kapatıp kendini aşağı bırakman. Hadi! Hadi! Durrr!!! Dur atlama ! Atlama ne olur! Bak sinirlerim laçka oldu, ne dediğimi bilmiyorum inan! Ben! Ben.. Sen... Sen benim için önemlisin. Ne olur affet! Affet beni ne olur!

Hay Allah. Hay Allah'ım.. Öyle bakma. Durduk yere gülümsemiyorum. Neler geliyor aklıma. Anılarımız... Yalnız... Şey... Neden vücdum karıncalanıyor benim. Her yerim uyuşuyor. Neler oluyor? Hissetmiyorum. Şey... Gerçekten hissetmiyorum. En çok da ruhumu hissetmiyorum. Başım.. Başım çok ağrıyor. Üç dubleden sonra hep aynı hikaye. Off.. Atlama! Ben senin yerine atlarım. Atlarım atlamasına da bir işe yaracağını sanmam. Çünkü ucuz olsun diye birinci kattan ev kiralamıştım unuttun mu ? Ama balkonumdan ayın parlaklığını seyretmek ayrı bir keyif. Ya da ben atlamayayım sen atla. Çünkü bazen... Bazen senin ben; benim de sen olmandan nefret ediyorum. Başım... Hadi yine dön ruhuma. Deli ediyorsun beni. Bir dahakine de bu kadar uğraşmam atlamaman için bil. Seni haylaz sevgili ben...


Oktay Coşar 

  Son İlmek Sendromu O rağmen öyle değil işte röprodüksiyon bir  aşk  - lezzetli bir sahtelik kısa bir reklam arası - sonra yine üzüleceğiz ...